12 Eylül’de yapılacak anayasa değişikliği referandumunda alacağı tutumu, “Hayır” , “Boykot” ve ya “Evet” diyen cepheleri, anayasa değişikliğin demokratikleşme açısından önemi üzerinde gerek Elaktronik basında gerekse yazılı basında  oldukça yoğun bir tartışma sürüyor. Bu ilk bakışta demokrasinin gereği olarak kabullenmek gerek.

Ancak Türkiye, 12 Eylül darbesinin 30. yıldönümünde, 26 maddeden oluşan bir anayasa değişikliği paketini oylamak için sandık başına gidecek insanların büyük çoğunluğunun eğitim, kültür, politik bilinci ele alındığında durum farklı.

Çünkü özünde 12 Eylül darbesinde vee sonraki süreçlerde 12 Eylül anayasasının oluşturduğu yasalarda büyük acılar çeken zarar görenlerin % 95 sıradan halk kesiminden insanlar. Du geriye kalan %5 lik kesimin içinde bu yasalardaki olumsuzluklar dokunmuş bile olsa iğnenin ucunun dokunması kadar ürpertmiştir, ama kalıcı acılar vermemdiği de bilinen bir gerçektir.

Hepimiz biliyoruz ki 30 yıldır bu yasalar yürürlüktedir. AKP’ yi hükümet eden bu yasalardır. Neden şimdi Başbakan Recep T. Erdoğan Hükümet’i tarafında tartışılmaya açıldı?

Olaya saf ve iyi niyetle yaklaşılırsa 8 yıldır hükkümet olan ama giderek hükümet olma gücü zayıflayan bir partinin bunu tartışmaya açması gecikmiş bir durum olsa bile olumlu olarak görmek gerekir. Ancak öbür yandan da bunca yıldır bu hükümet olan partinin siyasi anlayışını, çağdaş anlayışını da gözden uzak tutmadan doğru değerlendirmek gerekir.

Bu Anayasa değişikliği aslında bu 12 Eylül  Anayasasında 30 yıldan beri yapılan ilk değişiklik değildir; sistemin emniyet sübapları olan yüksek yargı kurumlarına, onların yapısına dokunan ilk değişiklik olduğu söyleniyor ve bu çerçevede tartışılıyor. Ancak bu 12 Eylül 1980 darbesinin hazırladığı Anayasaya dayanarak hükümet oldu AKP partisi. Bir çok alanda ki çalışmaları bugün İranda İktidar olan Humyni Darbesinin’ne özendiği ve Türkiye’yi İran tipi bir  siyasi yapıya doğru götürmeye çalıştığda açık. Günün koşullarını akıllıca değerlendiriyor. Bu anlayışını topluma sindire götürdüğünü görmemek içinde kör olmak veya dünyadan habersiz olmak gerek. Olayları İran’da ki Humeyni Devrimi’ni alkışlayan ve beğenerek destekleyen ‘İslam devrimi Türkiyeye kanlı veya kansız mulaka gelecektir” diyen N. Erbakan’ın en yakını olan, en sevilen adamı olarak islamcı örgütler içinde yer aldı, kariyerini yaptı. Erbakan’ın parisinin adayı olarak Istanbul’un belediye başkanı oldu. Ardından  AKP’nin kurucusu ve başkanı olan Başbakan Recep T. Erdoğan şu şiarı meydanlarda haykırdı: “Hedefe ulaşmak için demokrasi bir araçtır.”

Bu söylenenler AKP’nin temel çizgisini oluşturduğunu hepimiz biliyoruz. İktidarı boyunca bir çok konuyu bilim adamlarına bırakacağı yerde ‘ Bunlara ulama karar versin. Onlar görüşleriyle yol göstersin” gibi tamamen İran rejiminin temellini oluşturan  görüşleride sık sık dile getirdiğini unutmadan yaklaşmak gerek. Eğer bunlar doğru değerlendirilmezse olayları 30 yılın da ötesinde, yaklaşık 90 yıllık Cumhuriyet tarihinin bu güne kadar gelişim sürecini 26 maddelik bir anayasa değişikliği sunulması ve son birkaç yılda yaşananlara ayna olurcasına, toplumu kaçamak yanıtlar vermeye fırsat bırakmayacak kadar net bir şekilde taraf olmaya zorluyor olarak ta algılamak mümkün.

Elbette muhafezakar dinciler 8 yıldır sefasını sürdüdürdükleri iktidarı bırakmak istemedikleri gerçeği de var. Ama olaylar bununla sınrılı değildir. Çünkü AKP hükümeti’nin öncesi ve ortaya çıktığından beri uyguladığı politikaya baktığımızda ve Anayasayı yeniden yapılandırma veya değiştirme çalışmalarına ve tartışmalarına baktığımızda bunlarla birlikte dünyada bu güne kadar olan rejim değişikliklerini birazcık irdelediğimizde ister istemez insan söyle bir sonuca varıyor. ‘Bunların hiç kopmadan ısrarla sürdürdükleri politika “Demokrasi Islam Devrimi için sadece bir hedef değildir, bir araçtır” anlayışdır. Bu giderek “bu kansız gelmiyorsa kanlı da gelir” anlayışına doğru yol almaktadır.

Bu zaten  N. Erbakan’nın etrafına toplandıklarından beri savundukları anlayıştır. Bunu din söylemleri ile “Biz beyaz gömlek giyinerek meydana çıktık. Başımızı bu yolla koyduk” söylemleri ile birleşince ve buna özellikle yer altındaki tahrikat gruplarına ve Türban ile kara çarşafı benim sermediğini söyleyen genarel ve yüksek rütbeli subaylara karşı yürütülen soruşturmalar da eklenince AKP’nin bir islam Rejimini Türkiye’de yerleştirme projesini hızlandırdığını, bir an önce gerçekleştirmek istediğini rahatlıkla söyleye biliriz.

Bu durum sadece sıradan toplumun algılamasından ziyade bugüne kadar gelen tüm siyasal akımlarla birlikte solun üzerinde titizlikle durması gereken bir anlayıştır. Çünkü İran’da Kumeyni İran Şahı Pevlevi reşimine ve Lailkliğe karşı en çok solcu güçleri kullandı ve ilk etaptada  işkence ettikten sonra katl etiği kesim solcular (sosyalist ve komünistler) oldu.

“Sosyal demokrat ve Liberallarada “ya Islam rejimini kabul edersiniz, veya ülkeyi terk edersiniz” denildi. Bugün Erdoğan’ın ve Erbakın’ın partisinde söz sahibi olanların yarıdan fazlası geçmişte Erbakanın kurduğu çeşitli partilerin Gençlik kolları içinde yer almışlardır. “Akıncılar” olarak lanse edenlerin başında gelenlerdir. Bunlar “İran hata yapıyor. Bunlar yurt dışına çıkarlarsa yarın İran İslam Devleti’nin başına bela olurlar. Türkiye’de Allah bize İslam Devrimini nasip ederse.  Her insanın iki seçeneği vardır. Ya İslam Rejimini veya ölümü tercih edecekler” diyorlardı.

Bunları, bilmemiz ve hatırlımamız gerek. Bu durumda 12 Eylül’de neyi oylayacağız? Anayasa değişikliği paketine “EVET”demek AKP’nin   Türkiyede niyahi hedefi olan İran tipi bir İslam Rejimine ‘evet’ demek değil midir?

Bence tartışmaya açmadıkları, İşçi Sendikalarının, Sosyalistlerin, gençlik  kuruluşlarının ve diğer meslek kuruluşlarının tartışmaları ve ortak bir platformda oluşturmadıkları bu Anayasa değişikliği sadece bir “İslam rejimine Evet” onayını almaktır. Kısacası  böylece “EVET” diyenler şimdiden  İran  benzeri bir İslam Rejimini kabullenerek onaylamış olacaklar.

Peki “BOYKUT” diyenler nerede duruyor?  Bunların büyük bir kesimi açıktan İran Tipi bir rejime açıktan destek vermek istemiyorlar. İran’da Humeyni’ye doğrudan destek veren o gün ki Sovyet yanılısı ‘Iran Solcuları’nın düştüğü duruma düşmek istemiyorlar. Ancak bir ‘Suni-İslam rejimine’ karşı da değiller. Yeterki pastadan  kendilerine pay verilsin. Küçük bir azınlıkta gerçekten bunu 12 Eylül’ün getirdiği kurumlara son veren bir anayasa değişikliği sanmaktadır. Hatta 90 yıllık Türkiye Cumhuriyetinde Kürt, Alevi, Solcu, Komünist vs. gibi kesimler üzerinde ki baskılların bir nabze de olsa azalacağı umudunu taşımaktalar.

Bu beklenti sadece iyi bir niyet, bir özlemdir. Çünkü 12 Eylül Anayasası’na son vermek için 12 Eylül’ün getirdiği kurumlara son veren bir anayasa değişikliği gerekir. Sadece YÖK gibi bir kurumun ya da HSYK’nın içindeki bu merkezileşmiş yapının bir kaç maddesini değiştirmek yetmez. Anayasada hâlâ o zihniyet eğemen, anayasadan kaynaklanan, yasalardan kaynaklanan bir dizi kurumun değiştirilmesi gerekmektedir. 12 Eylül Anayasası’nı toptan değitirmeden 12 Eylül rejimine son verilmiyeceğini onlarca Hukuk bilimcisi, Anayasa profosürü anlattı. Ayrıca 12 Eylül rejiminin gündemimize getirdiği, yüzde 10 seçim barajlı bir nispi temsil sistemine son vermediğimiz sürece, siyasi anlamda rahatlamayacağımızı siyaset bilimcileri anlatıyorlar. Bizde günlük yaşamımızda biliyoruz. Siyasi partiler yasasında ve sendikalar yasasında değişiklik olmadığı sürece, siyasal ve toplumsal alanda örgütlü bir toplum, demokratik bir toplum olmanın önünde ki engellerin kaldırılmadığı sürece demokratikleşmenin mümkün olmayacağını, olmadığını biliyoruz.

Bu durumda ülkeyi bir İslam Rejimine doğru yönlendirecek bir Referenduma “HAYIR” demek zorundayız. Elbette “Boykut” bir siyasi haktır. Bazan bir protesto eylemidir. Bazan bir kararsızlık eylemidir. Ama Türkiye’nin bugünkü hükümetinin 8 yıllık icratını ve evelini bilen, düşüne bilen  insan bir “İslam Rejimi”nin tehlikesini veya hiç değilse 12 Eylülden daha kötü bir durumun sinyellerini alır. Çağ öncesi (köktendinci) İslam çağdaşlaşmaya karşıdır. Bilime karşıdır. Özgürlüklere düşmandır. Bu nedenle gerçekten demokrat olan hiç kimsenin “BOYKUT” gibi bir şansı yok.  Burada her BOYKUT  için verilen bir oy istesekte istemesekte AKP’ye yarar. Daha doğrusu  bir İran rejimin’e benzer bir rejimin yolunun açılmasına destek anlamına gelir. Başta sosylistler, sosyal demokratlar olmak üzere Kürtler ve  diğer azınlıklarda ki insanların, Alevilerin, farklı yerel inanç mensuplarının bunu doğru anlamaları gerek. İran‘da Humeyni Rejimi fanatik  Pers-Şiilerin dışındakilerine ne kadar yaşam hakkı verdiğini bir an bile akıllarında çıkarmamaları gerekir. Hele İranda Kürtlerin yaşadıklarını BDP (Barış ve Demokrasi Partisi)’nin görmezlikten gelerek 12 Eylülde  “HAYIR” yerine “BOYKUT” çağrısı yapması pek aklı başında olan bir insanın kabul edeceği bir durum değildir. “HAYIR’ çağrısı ne CHP’ yi nede MHP’ nin ırkçı tutumunu desteklemektir. Tersine Kürtlerin ‘HAYIR’ demesi ülke nüfusunun üçten birini oluşturan Kürt halkını artık kimsenin aldatamayacağının bir kanıtı olur. Çünkü 12 Eylülden sonra eğer CHP tavrını değiştirmez gerçekten Demokratik bir Anayasa için tüm sivil kurum ve siyasi partilerle çağdaş bir anayasa değişikliğine gitmeze, çalışmazsa onları eleştirmek içinde Demokratların, sosyalalistlerin elli güçlenmiş olur. Helle binlerce köyü yakılan, boşaltılan ve on binlerce evladı öldürülen Kürtlerin temsilciliğini üstlenen ve desteğini alan BDP’nin elli dahada güçlenmiş olur. Bu kökten dincilerinin ve fanatik ırkçıların hesabını boşa çıkarmak için iyi bir fırsattır.  Doğru değerlendırmek gerekir ….

 

03. 08.2010