Başbakan ERDOGAN ve Başbakan MARKEL’in buluşması üzerine yürütülen tartışmalar

Tekel işçilerinin iş yerlerini ve haklarını koruma Eylemi gündemi alıyordu. Ardından 8. Mart Dünya Kadınlar Günü, 21 Mart Nevruz olayları derken bir Nisan şakası dünyamızın bazı ülkelerinde ve İstanbulda karnaval gibi kutlandığını TV. ekranlarında izledik. İnsan gurbette yaşayınca ülke özlemiyle bir anda kendisini İstanbul’da 1. Nisan şakasını coşku ile özleyenler arasında olmasını istiyor.

Sonra heberlerde ki siyasetçilerin tartışması ve Aydınların ülke ve dünya olaylarını yorumlama tartışmaları insanı başka sahillere taşıyor. Bu tartışmaları dinlerken ülkleri temsil eden siyaset ve devlet adamları bunlarsa, siyaset ve toplum bilimciler adına konuşan yorumlayan önemli TV. kanallarını, gazetelerin köşe yazarları bunlarsa vay haline bu dünyanın demekle kalınmıyor. „Yazık olacak gelecek kuşaklara“ demekten de insan kendini alamıyor.

Türkiye‘de ki siyasi hükümet ile onun karşıtları olan diğer siyasi parti temsilcileri ve taraftar yazarlar için TV. habercilerinin tartışmalarından bıkmayan bir insan kaldıysa ona aşk olsun. Çok sağlam sinirleri varmış.

Ülkede haberciler köşe yazarları beli şiyasi partilerin pastasından pay almak istedikleri için onların değirmen suyunda döne bileceklerin olduğunu bir an düşünelim. Peki Türkiye’nin uluslar arası ilişkilerde her kesimin yararına veya yararına olacak konularda, neden aydınlar, yazarlar öğretmenle, politikacılar bir an iç polemiklerden kendilerini kurtarmıyorlar.

Kim eline mikrofunu kalemi alsa dünyanın küreselleştiğinden, çok dilli, cük kültürlü toplumların ancak geleceği belirliyeceğini anlatmaya çalışıyorlar. Ama iş gerçekten çok dilli bir ünüversite, bir lise veya TV. gazeteye geldiğinde tersi görüşler hemen savunuluyor.

Ben 40 yıldır Anadolu‘da yaşayan yerel dillerin bir zenginlik olduğunu ve bu dillere okullarda yer verilerek korunması ve geliştirmesini savunurum. Bunu başardığımız zaman Türkiye’nin dünyanın en çağdaş ülkeleri içinde en önemli bir yere sahip olacağına inanırım.

Elbete bundan çok daha önemli olan gelişmiş çağdaş sanayi ülkelerin dillerini öğrenmektir. Bu ülkelerin bilim adamlarını ülkenin okullarına  getirebilmektir.

Örneğin Almanya’nin bir çok ülkeyle ortak okulları var. Almanca – Fransızca, Almanca- İngilizce,

Almanca – Rusça, Almanca-Japonca, vs. Bunlara Almanya ve adını verdiğimiz ülkeler neden önem veriyorlar?

Bu ülkelerin hem Ekonomik, hem politik, hemde kültürel alanda bir birlerini rahat anlamaları için. Ülkenin çıkarlarını bu dillerle dünyanın her yerinde rahatlıkla analatacak, kavrayacak kadroları yetiştirmek için bu dillere önem veriyorlar.

Türkiye, neden bu ülkelerle helede  5000 000 (beş milyon) dan fazla insanı olan Avrupa ülkeleriyle böylesine yaşam ihtiyacı olan okullar kurmasın?

Her ağzını açtıklarında Mustafa Kemal Atatürk‘ten söz edenler, hiç düşündüler mi, Atatürk, neden

  1. Dünya Savaşı‘na karşı çıkan ve Hitler baskısından kaçan bilim adamlarına, Üniversite öğretim görevlilerine Türkiye‘de Ünüversitelerin kapısını açtı? Onları neden üniversitelerde sadece ders vermeleriyle bırakmadı, onların başkanlığında üniversiteler ve üniversite kürsüleri açtırdı?

Çünkü  farklı ülkelerde ve  kültürlerden gelen bilim adamları olmadan ne çağdaş medeniyete ulaşmak, ne de çağdaş medeniyetin ön saflarında yer almak mümkündür. Boşuna mı gelişmiş ülkeler sürekli beyin göçü almaya çalışıyorlar? Çünkü açılan her okul geleceğe açılan bir penceredir.

Eğer gerçekten  Türkiye ile Almanya karşılıklı Almanca-Türkçe eğitimi veren okullar açacaklarsa toplum olarak buna sevinmeliyiz. Birey olarak ta böyle bir karar gerçekleşirse alkışlamalıyız. Bir okulun açılışına karşı çıkmak, bir okullun kapatılmasını istemek kadar ayıptır, insani değildir.

Elbette ki Almanya‘nın Başbakanı bayan Markel ile Türkiye’nin Başbakanı Erdoğan ve buluşmada onların yanında yer alan uzmanlar kadrosu, bu okullardan daha önemli olan, acil çözülmesi gereken konuları konuştular. Hangi konuları gündeme aldılar ve hangi sonuçlara bağladılar? Bunları sormamız ve tartışmaya açmamız gerek. Örnegin şu soruların zanıtını istemeliyiz:

– Başbakan Bayan Markel Türkiye‘de ki azınlıklar konusunda neler istedi ve Almanya‘da yaşayan 3000 000 (üç milyon) Türkiyeliler neden Almanlarla yaşamın her alanında eşit haklara sahip değil?

Başkasına adalet dersi verenin önce kendisinin adaleti bilmesi ve uygulaması gerekmez mi? Bu konuda iki Başbakan neler konuştular, bir bilerinden neler istediler?

– Her iki ülke hangi yatırımları, hangi alanlarda ortak yapamak istiyorlar? Örneğin Türkiye‘de tarım, kimya, veye Makina sanayi alanında Almanya bir yatırım planlıyor mu, düşünüyor mu?

– Türkiye Almanya’ya hangi alanlarda yatırım yapabilecek örneğin boya, güneş enerji, Textil, inşaat vs. Veya başka bir alanda yatırım  ortaklığı olacak mı?

– Alman başbakanı bayan Markel Türkiye‘ye silah satışı konusunu açtı mı?

– Bu konularda neler konuşuldu bir ülkenin kalkınması ancak teknik ve sanayın kalkınmasıyla olanaklı olduğuna göre neden bunları mecliste, TV. ekranlarında ve Gazetelerde tartışmıyoruz?..

– Peki okul projelerine karşı olan muhalefet partililer Başbakan Markel ile buluşsalardı Türkiyeni hangi kentlerine hangi fabrikaları önerecekti ve Almanya’da ne tür yatırımlar önereceklerdi?

Acaba bu konuların tartışılmasını engelleyen bir güç mü var…

Ben AB.‘ye üyelik konusunu pek önemsemiyorum. Biz zaten beş milyon insanla AB‘ içindeyiz. Mesele bunu doğru değerlendirebilmek, bu ülkelerde yaşayan bilimadamlarından ve teknik uzmanlardan yararlanmayı becerebilmektir.