ALMANYA’DA SÜRDÜRÜLEN KÜLTÜR VE SANAT ÇALIŞMASINA DESTEK


BiriMalatya –  Arguvan’da dünyaya gözlerini açan ALİ TEMİZ 20 yıldır Almanya- Bremen kentinde başta Türkiyeli göçmenler olmak üzere bu kentte yaşayan insanlara Bağlama dersi veriyor. Bağlama ile Malatya – Arguvan ile çevre kent il ve içlerden derlenmiş halk türkülerini öğretiyor ve Almanya’da tanıtıyor. BREMEN kentinde oluşturduğu Koruya katılanlar onun  sanat çalışmalarının 30. yıl için bir Kutlama Şöleni düzenlediler. Türkiye’den Araştırmacı yazar ve geleneksel Halk ozanı olan Muharrem Temiz Dede, Cengiz Özkan, Ceren Gültekin, Tuncay Balcı ve Ali Dinç destek vermek için Bremen’e gelerek oldukça güzel bir Müzik Şöleni sundular. Ali temiz ile bir söyleşi yapmak istedim. “Ağabeyim Muharrem Temiz buradayken söz bana düşmez” dedi. O Alevi – Bektaşi geleneği olan büyüğe saygıdan kusur yapmama anlayışını Almanya’da da sürdürdüğünü böylece vurgulamış oldu.

Muharrem Temiz Dede ile sohbetimizin virgülüne bile dokunmadan vermeyi doğru buldum.

 

 

Müzisyen ve Araştırmacı Yazar Muharrem Temiz Kimdir?

Kısaca anlatırsam 1962 yılında Malatya’da doğdum. İlkokulu Arguvan’a bağlı olan doğduğum köyde tamamladım. Ortaokul ve Liseyi Adana’ okudum. Ardından 1981yılında İstanbul Teknik Üniversitesine bağlı olan Türk Müzik Devlet Konservatörü Ses Eğitimi Bölümü’ne başladım. Akademik kariyerimi bu okulda tamamladım. Ardından bir Devlet Kurumu olan TRT’ de Ton Teknikeri olarak işe başladım. 25 yıldır bu kurumda çalışıyorum. Ancak çocukluğumdan beri aileden geleneksel olarak aldığım Müzik eğitimi alanındaki çalışmalarım hep sürdü, sürdürdüm.

 

Bu geleneksel Müzik çalışmalarınız hangi alanlardaydı, başka bir söylemle bu geleneksel müzik kültürünün ana direkleri nelerden oluşuyordu?

Özellikle Anadolu’da yaygın olan Alevi – Bektaşi müziği alanın da yoğunlaştım. Elbette Arguvan, Malatya ve çevre illerinde yaşayan Alevi Kültürü ve müziği benim araştırma ve çalışmalarımın başlangıcı olmakla kalmadı, ana direğini oluşturdu. 30 yılla yakındır Alevi – Bektaşi Kültürü alanındaki araştırmalarımı o geleneksel kültürün temelleri üzerinde sürdürerek var olanları derlemeye, bilinmeyenlerin kaynağına vararak ortaya çıkarmaya çalıştım. Bu alanda iyi bir yol katl etiğime inanıyorum. Ama beklide daha yolun başlangıcındayız. Bu geleneksel kültür, büyük bir deryadır. Her alanına ulaşmak zaman istemenin ötesinde her baba yiğit yolcunun taşıyabileceği bir yükte değildir.

 

Sayın Muharrem Temiz siz sık sık gelenekten gelen bir anlayıştan söz ediyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?

Benim babam ve dedem Arguvan ve çevresinde Alevi -Bektaşi Kültürünün yaşaması için çaba gösterenler arasında sanırım en önde saflarda yer almışlar. Onlardan miras aldığım bir geleneği, bir akademisyen eğitimi almış biri olarak, bilimin ışığında daha detaylı inceleyerek sürdürüyorum. Halk Türkülerini, Alevi Deyişlerini Duazilerini (Semah melodisi ve dualar-gülbângileri) derledim, albüm yaptım ve topluma sundum.

 

Kaç albüm bugüne kadar bu çalışmalarınızdan yaptınız?

Bu çalışmalarım çok kapsamlı, ne yazık ki çok az bir kısmını albümleştirebildim. Toplam olarak altı albüm yaptım. Ayrıca Cengiz Özkan ile bir ortak albüm yaptım. Ayrıca Erdal Erzincan ve Tolga Sağ ve Yılmaz Çelikle sevda türkülerini içeren bir albümüz oldu. Bu baştanda vurguladığım gibi 30 yılı aşkındır kendimin yaptığım araştırmalar ve derlemelerde elde ettiğim, dosyaladığım çalışmalarımın küçücük bir kısmıdır. Sadece dedem ve babamdan kalan geleneksel birikimimizin bile küçücük bir lokması olarak görebiliriz. Bunları albüm ve kitap haline getiremeyişlerimin birçok sebebi var, bunların başında bir devlet memuru olarak çalışmış olmam, sosyal nedenler vs.

 

Bu türkü ve deyişler alanındaki gün ışığına çıkmamış olan çalışmalarınızı hiç değilse kitap haline getirmeyi düşünüyor musunuz?

Ben iki kitap yayınladım. Bunlar kendi derlemelerim ile eskiden TRT’nin arşivlerinin müzik laboratuarlarının bir köşesinde kalmış notası var olan eserlerden oluşuyor. Bunları Arguvan Kültür Sanat Vakfı tarafından yayınlandı. Çünkü içeriği Arguvan ve çevresinde söylenmiş olan türkü ve deyişlerden oluşuyor. Bu kitaplar ARGUVAN EZGİLERİ 1 – 2 olarak seri halinde yayınlandı. Her kitap 160 türküde oluşuyor. Geri kalanları da sanırım Arguvan Kültür Sanat Vakfı değerlendirip kitap serilerine katacak. Arguvan Kültür Sanat Vakfı bu alanda önemli bir iş yapıyor. Ben de bunu çok istiyorum, severek destekliyorum. Biliyorsunuz bir söz vardır “Söz uçar, yazı kalır” yazılı hale gelen her eser bugünü geleceğe aktaracak tarihi bir iz taşıyor. Bu çalışmalarımın böyle bir iz bırakacak duruma gelmesi beni sevindireceği gibi Arguvan, Malatya ve çevre şehirlerin halkını da sevindireceğine inanıyorum.

 

Bu yeni kitaplarınız için bize bir ad verebilir misiniz?

Bu Arguvan Ezgileri 1-2 yayınlandı. Hazırlanan ‘Arguvan Ezgileri 3 – 4 olacak ve böyle sürecek. Bu güzel bir ad, Zaten kaynağını oradan alıyor, ana temayı başka yere kaydırmama anlamında önemlidir. Ad değiştirilirse içeriğinin anlamını da saptırılmanın kapısını açmış olursun. Böyle bir şeye yol vermemek için çalışmalarım Arguvan Ezgileri Serisi halinde yayınlanacaktır. Zaten içeriğini bu yörenin geleneksel halk türküleri, ezgilerini, deyişlerini kapsıyor Bu adı ve Arguvan’ı çok seviyorum.

 

Sizden rica etsek biz, bu önümüzde yayınlamak istediğiniz kitaplardan yer alacak birkaç, şiir, türkü veya kaynaktan birkaç dize, ad veya dörtlük söyler misiniz?

Daha önceden de belirttiğim gibi genellikle bizim Arguvan yöresi, Malatya ve çevresini kapsayan halk âşıklarının, zäkirlerin özellikle Alevi – Bektaşi inancının öncüleri Dede Makamında bulunanların dilendirdiği söylediği şiir, türkü ve deyişlerden oluşuyor. Bunlara ek olarak anonim olan mani, koşma anlamındaki şiirlerden oluşuyor. Mesela çok eski olan Hasan Hüseyin Orhan’ın şu dizeleri:

 

‘Dün mü burada idin bugün mü geldin
Ötme garip garip sinemi deldin
Eşimden ayrıldım ben burada kaldım
Ya da avcılar vurmuş telli Turnamı

 

Elbet Seyit Meftuni’yi anmadan geçmek olmaz

Küçük yaşta gurbet elde
Gezer divana divana
Defteri kalemi elde
Yazar divana divana

 

Gene yöremizde anmamız gerek önemli çok Âşık var. Âşık Bektaş Kaymaz’dan bir esere almadan geçmek mümkün değildir. Seslendirdiğim şu dizeler onun.

Ben yolcuyum helallaşak sabahtan
Bu ayrılık devam eder bir zaman
Bir buse alayım o gül yanaktan
Bu ayrılık devam eder bir zaman

 

1919 yılında Arguvan ilçesinin Eymir Köyünde doğan Âşık Bektaş Kaymaz yöremizin halkının acılarını, özlemlerini, sevdasını çok iyi dile getiren Âşıklarımızdan biridir bakın şu dizelerde onun:

Çağıla yaslandım sigaram içem
Yağlı kurşun geldi nereye kaçam
Kanadım yoktur ki havaya uçam

 

Babam Bayramınız mübarek olsun
Kirve bayramınız mübarek olsun

 

Elbette Arguvan’ın daha popüler olan türküler de var. Örneğin başta Cengiz Özkan olmak üzere hemen hemen her sanatçının albümüne aldığı türkülerden biride şudur:

Bir ay doğar ilk akşamdan geceden

neydem neydem geceden
Şavkı vurur pencereden bacadan
Dağlar kışımış yolcum üşümüş nasıl edem ben
Uykusuz mu kaldın dünkü geceden

neydem neydem geceden

Ayrıca benimde seslendirdiğim Malatya yöresinin en popüler türkülerinden biri şu:

Gelin oldun Garabelin eline
Yedi bayram gına yakma eline
Gurban olam senin gibi geline
Yayladan gel kömür gözlüm yayladan

 

Bu popüler sevda türkülerinin dışında aynı zamanda Alevi – Bektaşi geleneğini dile getiren manevi ve didaktik yönü çok güzel olan deyişlerde bu çalışmamızda var. Bu deyişlerde 13. yüz yıllardan bu güne kadar yaşayan halk ozanlarından seçilmiştir. Örneğin Alevi – Bektaşi geleneğinde ”Yedi Ulular” olarak bilinen Fuzuli – Hatayi – Virani – Pir Sultan – Nesimi – Kul Himmet, Yemeni gibi saygın şairlerden onların sözlü icra ettiği bu güne kadar bize miras olarak kalan bir seçki albüm çalışmamdan yer alıyor.

 

Siz kendinizi anlattığınız farklı dönemlerde yaşayan farklı ozanlardan hangisinin izleğini sürdüren bir ozan, bir araştırmacı olarak görüyorsunuz?

Dedem, babam halk aşığı olduğu için haliyle onların üstümde bir genetik etkisi olmuştur. Ben onların izleğini sürdürmeye çalışıyorum. Gerçi ben dedemi tanımadım. Ancak hem onu söylemiş olduğu türküleri ve onun hakkında anlatılanları dinleyerek büyüdüm. Babamın üzerimde etkisi çoktur. Ben onu yirmi yaşındayken yitirdim. Tabi ki her zaman onun bıraktığı çalışmaları dinliyor ve okuyorum. Bu nedenle onun izini, geleneğinin bir devamı olarak görülsem bile, ben ozan değilim. Ben ozanlık geleneğinin bir aktarıcısıyım. Ben ozan değilim.

 

Dedenizin çalışmalarından kısaca söz eder misiniz?

Dedem 1930 yıllarında Taş Plakları yapan Hasan Hüseyin Orhan’dır. Yukarıda verdiğim şu dizeler onundur.

‘Dün mü burada idin bugün mü geldin / Ötme garip garip sinemi deldin’

Ayrı bir şiirinde ki şu dizeler bize onun hakkında bilgi edinmemize bir pencere açar diye düşünüyorum.

O günkü topluma şöyle isyan ediyor:

 

Giderim elinizden
Gurtulam dilinizden
Yeşilbaş ördek olsam
Su içmem gölünüzden

 

Babanızdan da kısaca söz eder misiniz?

Kısaca babamdan söz etmek zor. O’dur bana can ve yön veren.

Babamın Kayıttaki adı İbrahim Mamo Temiz yukarıda dizeler verdim bakın günümüzde çok popüler olan şu dizelerde babam Seyit Meftuni’nin dir. Bunun gibi çok şiirleri, türküleri var.

 

Dost cemalin benzer güneşe aya
Bakamam yüzüne yandırır beni
Aşığı kül eyler sendeki ziya
Gonca güller gibi soldurur beni
Beni beni beni, sevdalım beni,

 

Bu verdiğim dizeler babamın bir sevda adamı olduğunu gösteriyor. Onun ağırlıklı yönü geleneksel olarak da temsil ettiği maneviyatıdır.

Arguvan’ın köyleriyle birlikte nüfusu 10 bin civarındadır. Ancak diyebiliriz ki türküler ve sözlü edebiyat bakımında çok yoğun olduğu bir alandır. Hem şiirsel anlamda, hem Melodi ve türküleri anlamında, kendi nüfusunu birkaç kez katlıyor dersek abartmamış oluruz.

 

Arguvan Türkülerinin çok olmasının ötesinde çok yaygın ve sevilmesinin bir özel nedeni var mı?

Arguvan’ın şair ve âşıkların bu yöreye has bir dili, bir melodisi bir ritmi var. Nedeni Arguvan Türkiye’de çok özel bir bölgenin içindedir. Burada ırk anlamında başta binlerce yıldır Türkler, Kürtler, Ermeniler olmak üzere birçok halk birlikte hatta iç içe yaşamış. Ayrıca inançsal alanda da aynı şekilde Alevi, Suni, Ortodoks kısacası Müslüman, Hıristiyan, inanan, inanmayan daha birçok inanç gene aynı ortamda birlikte, iç içe, barış içinde, kardeşçe yaşamışlar. Bence tüm Türkiye’ye, hata tüm dünyaya örnek olabilecek bir coğrafyadır. Bu anlamda Arguvan hem Kültürel bakımında hem de tarihsel anlamında gerçekten önemli bir beşik, önemli bir hoşgörü ve kültür merkezidir. Ne yazık ki bu alanda son yıllara kadar gerekli araştırmalar yapılmamıştır. Ben yaptığım araştırmaları, derlemelerden küçük bir kısmını ilk kez 1998 yılında albüm haline getirerek sahneye getirdim. Bu bir ölçüde Arguvan’ın kültürel – müzikal kimliğini, inanç kimliğinin önemini de başta Arguvanlılar olmak üzere tüm insanlara hatırlattı. Sanırım bu çalışmam bu alana ilgi gösterenleri de etkiledi.

 

Ben birkaç yazımda ve  “Kara Bulutlar Arasında – Objektifimde Yansımalar” adlı eserimde yer alan bir makalemde “Dünya Kültürlerinin Başkenti Malaya” demiştim, “Selçuklu döneminde ‘yüksek saadet yeri’ anlamına gelen Dar’ul Rif’at denilmesi boşuna değildi.” Bu konuda Arguvan’ı mı merkez almalıyız?

Elbette bu sizin nazikliğiniz, bizimki bir iddia değildir, bir tespittir. Arguvan da derler ki ‘bu yörede türkü söylemeyen, saz çalmayan kişi yoktur.’ Çok af edersiniz bizim orada ‘Arguvan’ın eşeği bile farklı zırlar’ diye bir deyim vardır. Bu herhalde türküler bağlamında Türkiye’de Arguvan’ın önemli bir merkez olduğunu vurguluyor. Ayrıca Türkiye’de ve dünyada ilk Türkü Festivali’ni 2003 yılında Arguvan’da gerçekleştirdik. Dokuz ve onuncusu yapıldı 8. Türkî Festivalinden itibaren uluslar arası bir düzeye çıkardık. Farklı ülkelerden müzik ve kültür sanat adamlarını davet ettik Arguvan’a. Onlarla sadece yöremizin sanat ve kültür adamlarını değil Türkiye’nin sanatı ile birçok önemli sanat ve kültür adamıyla buluşturma, olanağımız oldu. Ben Arguvanlı olduğum için belki abartı veya Arguvan’ı tanıtmayı amaçlıyormuşum gibi görünmesini istemiyorum, ama Arguvan’ın bir ‘Türküler ve Kültürler Merkezi‘ olduğu da bir gerçektir..

 

Bize miras kalan kendi kültür ve sanatımızı tanıtma gibi bir yükümlülüğümüz yok mudur?

Elbette kültürümüzü ve bilimsel birikimlerimizi tanıtma ve yaşatma sorumluluğumuz var. Her toplumda bireysel kimliğini, mesleğin aşmış insanların içinde geldiği coğrafyasını, kendi tarihini, kendi kültürel birikimlerini, gelenek ve göreneklerini iyi tanımalı ve yaşamalıdır. Bunları sadece çevresine değil dünyaya tanımak için çaba sarf etmesi gerekir. Bu bir insani yükümlülüktür diye düşünüyorum.

İnsanlar yetkin olduğu alanda ki kültür, sanat, edebiyatlarını, güzel gelenek ve göreneklerini, bilimsel çalışmalarını dünyaya tanıttıkları ölçüde dünya toplumlarıyla barış ve kardeşliği sağlamış olurlar. Biz bir toplumun kültürünü tanımıyorsak onlara karşı nasıl davranacağımızı, nasıl dost olacağımızı ve onlara kendi kültürümüzü tanıtacağımızı da bilemeyiz. Ancak hoş görünün, güzel ilişkilerin, sevginin barışın ve kardeşliğin kapısını kültürel ilişkiler açar, yolunu aydınlatır. Farklı farklı etnikleri, farklı farklı inanç gruplarını bir arada kardeşçe dostça yaşamasını sağlayan en önemli unsur kültürlerin bir birini tanıyarak kaynaşmasıdır. Kendi kültürel birikimlerimiz Türkülerimizi deyişlerimizi, ağıtlarımızı, edebiyatımızı, sinemamızı gelenek ve göreneklerimizi tanıtlamayı amaçlamadığımız zaman diğer tarafında öğrenme olanaklarımızda olmayacak önümüze bir yüksek set çekmiş olacağız.

 

Bu anlattıklarınızla Arguvan ve çevresinin türkü ve deyişleri ülke ve dünya halkları arasındaki barış ve kardeşliğe hizmet mi ediyor?

Elbette bizim türkülerimiz, deyişlerimiz sevgiyi, hoşgörüyü, saygıyı, barışı ve doğayı ana konu olarak aldıkları için insanı merkeze alır. Hiçbir ırk, inanç farkı gözetlemez. Ben hümanist kelimesini sevmiyorum ama ille de kullanılacak olursa hümanizmin en yoğun yaşandığı bir coğrafyanın merkezidir Arguvan. Ben bir Arguvanlı olarak böyle diyorum. Ama gerçek olarak, Akçadağ, Kürecik, Doğan Şehir, Hekimhan kısacası Malatya’nın ve Adıyaman’ın tümü merkez, ilçe ve köylerini kapsamakla kalmıyor. Maraş’ın özellikle Elbistan, Afşin, Pazarcık başta olmak üzere büyük bir coğrafyasını, Sivas’ın başta Gürün, Divriği, Kangal, Yıldızeli, Zara olmak üzere önemli bir kesimi, Elazığ ve Bingöl kentlerimizin önemli bir bölümü aynı kültür, gelenek, görenek ve inançsal birliği oluşturan bir coğrafyadır. Bunları Arguvan’dan ve Arguvan’ı bunlardan ayrı görmek veya ayırmak doğru olmaz. Vurguladığım gibi inanç birliği içinde homojen bir yapısı vardır bu coğrafyanın.

 

Bu Malatya ve özellikle Arguvan’ın türkü kültürü konusunda anlattıklarınız beni çok sevindirdi. Daha önemlisi oldukça bilgilendirdi. Bu nedenle sizinle bir araya gelmenin sevincini yaşıyorum.

Almanya’ya gelmenizin bir gerekçesi var. Burada küçük kardeşiniz Ali Temiz çalışmasının “30. Sanat Yılında” dostlarıyla anmak istedi. Sizde onun bu günde bir ağabey olarak yalnız bırakmak istemediniz, bu sevinçli gününde yanında olmak istediniz, bu konuyu biraz açalım mı? 

Biraz önce söylemiştim. Arguvan da, saz çalmayan, türkü çalmayan yoktur. Bizim müzikal enstrümanımızda bağlamadır. Bu da Alevi – Bektaşi inancınca çok kutsal sayılan bir enstrümandır. O saygıyla yerinde alınır, öpülür ve müzikal söylem icra edildikten sonra tekrar saygıyla öpülür, başa konur ve sonra tekrar yerine bırakılır. Cem Ayinlerinin Enstrümanıdır, kutsal görülür. Bizde dünyaya ilk gözümüzü açtığımız günden itibaren aile içinde bu bağlamanın sesi, türkü ve ninnilerle büyüdük. Anlamış olsak da, olmasak da o doğduğumuz günden itibaren işittiğimiz müzikal melodiler ruhumuza işlendi. Saz, söz eksik olmayınca evde biz bir yaşa geldikten sonra daha da o müzikal melodiyle gelenek ve görenekle bütünleştik. Baba, amca, dayı anne, hala, teyze böyle bir ozanlık geleneğinin ve inancın temsilcileri olunca haliyle bu bize de yansıdı. Biz de yedi kardeş (üçü kız, dört erkek) halen o geleneği sürdürüyoruz. Ali”de benim gibi ilkokuldan beri elinde sazı, dilinde türküleri düşürmedi. Dedemizden babamızdan gelen bir geleneği sürdürüyor. O buna 30 yıldır demiş, oysa 30 yılını yıllarca önce geride bıraktı. Her halde kendisini sanatta olgun saydığı ve bu göçtüğü Almanya’daki yıllarından yolla çıkarak böyle bir sayı verdi. Yerleştiği bu Almanya’da o içinde büyüdüğü, aldığı kültürü burada aldığı eğitimle, kültürle birleştirmek gayreti içinde, bunun için çabalıyor. Bende Abisi olarak, yakın sanatçı dostlarım olan sevgili Cengiz Özkan, Tuncay Balcı, Ceren Gültekin ile bir anlamda kardeşim Ali Temiz’e destek vermek için geldik. Elbette başka bir anlamıyla Ali”nin verdiği buradaki kültürel hizmete katkıda bulunmak için geldik. Biz kesinlikle buraya herhangi bir kazanç elde etmek için gelmedik. Zaten kültürel çalışmalarda hiçbir zaman kazanç öne alınmamalı ve kazanç konuşulmamalıdır. Bizim asıl görmemiz gereken şey maneviyatımızdır. Eğer içinizde o manevi cevheriniz yoksa maddi varlık hiçbir işe yaramamaktadır. Biz bu anlamda bir manevi desteği vermeye geldik.

 

Kardeşiniz Ali Temiz’in Almanya’da sizin “Geleneksel Müzik Kültürü” dediğiniz mirası sürdürmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yukarıda vurguladığım gibi Ali Temiz burada atalarımızdan bize miras kalan kültürü, özellikle müzikal anlamda tanıtmaya, yaşamaya, yaşatmaya çalışıyor. Bu sorumluluğunun bilincinde olma işidir. Ancak Ali Temiz’in bize göre şartları daha zor. Biz buralara sadece konserlere kültürel aktiviteler katılmak için geliyoruz. Ali Temiz yabancı bir ülkede, bizim kültürümüzü, dilimizi tanımayan bir tolumun içinde çalışmalarını yürütüyor. Türkiye’den göçenler içinde özellikle son ikinci, üçüncü kuşakta dili, kültürü yarım yamalak biliyor. Hani halk arasında söylenen “iki dere arasında kalmış” diye bir tabir var, tamda burada ki Türkiye kökenli bu kuşağa uygun. Bunlar ne bu ülkenin başta müzik kültürü olmak üzere yaşamın her alanındaki sosyal, kültür, sanat ve edebiyat yaşamını tam anlamıyla kavramış, ne de Türkiye’nin. Bunlara bizim geleneksel müzik kültürümüzü, edebiyatımızı, sanatımızı tanıtmak ve benimsetmek oldukça zor bir iş olduğunun bilincindeyiz. Burada belki sosyal anlamda da o kadar rahat değiller. Ayrıca gerekli kaynaklara ulaşma olanakları sınırlı. Biz Türkiye’de yaşadığımız için bize gerekli olan malzemeleri elimizi uzatıp çeşitli kişi ve kurumların arşivinden alabiliyoruz. Burada yaşayan Türkiyeli kültür ve sanat adamları bundan mahrumlar.

Ali Temiz’in diğer araştırmacı ve sanatçılardan bir tek farkı ve şansı benden ve benim gibi dostlarından ihtiyaç duyduğu kaynakları – malzemeyi alabileceğini bildiği için rahat hareket ediyor. Kendisine güveniyor. İnsanın güveneceği, sırtını dayayacağı bir yerlerin olmasını bilmesi cesaretlendiriyor ve atılımlar yapmasına neden oluyor. Sanırım bu alanda Ali şanslıdır.

 

Son yıllarda gelişen bir anlayış hatta tartışma var, türkü için yazılan şiir değildir, “Türkü ayrı bir şey, Şiir ayrı bir şeydir” diyen bu anlayış ve tartışma için ne söylemek istersiniz?

Bir insanın çeşitli organları var. Yürümeye endeksli olan iki ayağıdır. Görmek için, göz, işlevlerini karşılamak için kol ve el var, işitmek için kulak vs. Bu organlarla insan vardır. Kültür- edebiyat sanat da bir insanı insan eden organları ve iskelesi gibi bir bütünü oluşturur. Türküyü şiirden yani edebiyattan koparmaya kalkmak halk arasında bir tabir var “cahil bindiği dalı keser.” Bunu söyleyenler biraz bu tabire benziyorlar. Çünkü müziksiz edebiyat, edebiyatsız  müzik mümkün değildir. Bu başsız gövdeye, gövdesiz başa benzer. Gövdeyi ayakta tutan baştır. Burada Şah Hatayi’n şu dizelerini anmadan geçmeyeceğim.

 

akıl gel beri gel beri
gir gönüle nazar eyle
baştır gövdeyi götüren
ayak menzile yetiren
türlü marifet bitiren
iki ele nazar eyle

 

Ayak yürütür. Baş gövdeyi taşır. Demek istiyorum ki müzikal kimlik gerçek anlamda edebiyatla, edebi kavramlarla buluşturduğumuz zaman derin bir anlam kazanır. Zaten Anadolu’daki asıl tema, ana kaynak edebiyattır. Anlatımdır. O enstrüman bir araçtır. Dolayısı ile karşınızdaki insanlara o anlatımı, cümleleri, edebi eseri müzikal kimlikle aktarırsanız daha kolay duygularına hitap edebilir ve dinlete bilirsiniz. O müzikal melodiyle verdiğiniz o şiirin kendisidir içeriğidir. Kısacası müzik edebiyat ile özelliklede şiir ile et ve tırnak gibidir. Birini fazla kestiğiniz zaman öbürü acı çeker. Birini de fazla keserseniz kanatırsınız. Kan yitirirsiniz. O zaman da vücudun başına başka başka belalar açmış olursunuz.

 

Son soru olarak burada bizler için söylemek istediğiniz birkaç cümle var mı?

Eğer biz gerçekten dünyamızda barışı istiyorsak, kardeşliği istiyorsak müzik iyi bir araçtır. ‘Müzik dünya halklarının ortak dilidir’ diye bir tabir vardır. Müzikte konuştuğunuz ana dilin dışında bir dili anlayıp anlamamış olmanız çok önemli değildir. Nota dünyamızda evrensel bir kalıptır, klişedir. Yorum kişiye münhasır bir şeydir. Bir ezgi veya ağıttın melodisinin lirik olup olmadığını dilden ziyade duygularınız algılar. Çünkü o lirik melodi duygulara hitap eder. Dolaysıyla dünyada kardeşliği, barışı, hoşgörüyü benimseyen ve bunu yaşatmak isteyen kimlikler, toplumlar kendi kültür, müzik, edebiyat ve sanat birikimlerine sahip çıkmaları gerekir. Bununla kalmayıp bunun güzelliklerini çevresine ve içinde yaşadığı, ilişkileri olan toplumlara, halklara da anlatmalılar, aktarmalılar. Bunun zorunlu bir görevimiz olduğu bilincine varmalıyız.

Bizim Alevi – Bektaşi inancında ‘ İlim ve İrfan” diye söylenen bir deyim vardır. Önce İlim ve sonra irfan deriz. İrfan ilimi anlamak, kavramak, sezmek, algılamak kendi bünyesinde yaşatmak ve onu örnek bir şekilde dışarıya yansıtmak içeriğini taşır. Bugün bunun sosyal ve siyasi anlamda açarsak teorik ve pratiği birlikte sürdürmektir. Elbette ki ilim olarak önce teorik bilinci alacaksınız ve onu pratik yaşamınızda uygulayarak yansıtacaksınız. Böylece özlediğiniz hayal ettiğiniz, benimsediğiniz bir dünyayı daha kolay yakalayabilme umudu olsun içinizde. Yaşar Kemal “İçindeki en yüce değer umuttur” diyor. Bizde içimizdeki umudu şemaya dönüştürecek eylemi edebiyatımızda, müziğimizde, sanatımızda kısacası hayatımızda bir bütün olarak görmeliyiz. Çünkü türküler, deyişler tamamen insanın tepesinden ayak tırnaklarına kadar var olan hücrelerini tek tek anlatan, insanın nasıl bir insan olması gerektiğini, içinde yaşadığı toplumun inanç yapısını, sosyal yapısını, siyasi yapısını dile getirmektedir, anlatmaktadır. Bu kültürel birikimleri geçmiş yüz yıllardan arındırarak bugüne kadar getiren kültür öncülerini, elçilerini ve çalışmalarını tanımayı yeğlemeli ve çevremize tanıtmaya çalışmalıyız. Özellikle ozanlar toplumun dili, kulağı ve gözü olmuşlardır. Toplumun görmediklerini dile getiremediklerini, söylemeye cesaret edemediklerini derleyip sunmuşlar. Elbette toplumun sesi, kulağı, gözü olmanın bir bedeli olmuştur. Bunların kimi asılmış, başka yerlere sürülmüş, derileri yüzülmüş, ceza evlerine, zindanlara atılmışlar veya canlarıyla işkencelere dayanarak bedel ödemişler. Bizi, biz edende işte o ozanlarımızın, sanat adamlarımızın bize bıraktığı mirastır. Bizde o mirasa sahip çıkmak, korumak, geliştirmek ve tanıtmak zorundayız.

 

Bremen, 18. Ekim 2013